Şizofreniyle ilgili yazılı belgeler çok eski dönemlere, Eski Mısır firavunları dönemine yani yaklaşık M.Ö 2 bin yıllarına dayanmaktadır. Depresyon, demans ve şizofreni için tipik olan düşünce bozuklukları Kalpler Kitabında ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. Eski Mısır’da kalp ve akıl eş anlamlı gibi görünmektedir. Fiziksel hastalıklar kalp ve dölyatağıyla ilgili semptomlar olarak kabul edilmiş ve bunların kan damarlarından yada irin, dışkı, zehirler yada kötü ruhlardan kaynaklandığı kabul edilmiştir. Antik Yunan ve Roma literatüründe yakın zamanda yapılan bir araştırma, toplumun psikotik hastalıklarla ilgili bilgi sahibi olduğunu ama bu toplumlarda şizofreni için modern tanı kriterlerine uyabilecek bir durumun bilinmediğini göstermiştir. O dönemlerde “anormal” kabul edilen bütün kişiler akıl hastalığı, zeka geriliği veya fiziksel deformitesi olanlar büyük ölçüde aynı şekilde tedavi edilmekteydi.

İlk teoriler akıl hastalıklarına, vücudun kötü ruhlar tarafından ele geçirilmesinin neden olduğunu ileri sürmüştü. Bunlar için uygun tedavi, bu kötü ruhların çeşitli yollarla vücuttan çıkarılmasıydı. Bu yöntemler belirli müzik türlerinin dinletilmesi gibi zararsız uygulamalardan hastanın kafatasına delik açılarak kötü ruhların dışarı çıkmasının sağlanması gibi tehlikeli ve bazen ölümcül olan uygulamalara kadar uzanmaktadır. Şizofreni kavramının tarihsel gelişimi değerlendirdirildiğinde, 17. yüzyılda Willis’in, 18. yüzyılın başında İngiltere’de John Haslam ve George Man’ın “gençlik çağında başlayan endojen yapılı içe kapanma, düşünce ve heyecan bozukluğu ile belirli” olarak tanımladıkları ve bir ad vermedikleri bozukluğun şizofreni olduğu düşünülebilir. “Demantia preacox (erken bunama)” deyimi ilk olarak Morel, 1860 yılında kullanmıştır. 1871’de Hecker “hebefreni”yi ve 1874’de Kahlbaum “katatoni”yi tanımladıktan sonra, 1896’da Alman ruh hekimi Kreapelin bu iki hastalık tipine, paranoid ve basit tipleri de ekleyerek, hepsini “dementia preacox” ismi altında toplamıştır. 1911’de yayınladığı “Dementia Preacox ve Şizofreniler Grubu” adlı kitabı ile yeni bir çığır açmış olan İsviçreli ruh bilimci Eugen Bleuler, Kreapelin’in tanımladığı gibi, hastalığın erken gelen yaşlarda başlamasının ve bunama ile sonuclanmasının şart olmadığını gösterdi. “Akıl bölünmesi” anlamına gelen şizofreni terimini ilk olarak kullanan kişi, Bleuler’dir. Bugün bu terim geçerliliğini devam ettirmektedir.

temsili şizofreni görseli

Psikobiyoloji okulunun kurucusu olan Adolf Meyer, şizofreni ve diğer mental bozuklukları çeşitli yaşam streslerine karşı birer tepki olarak değerlendirmiş, bu sendroma da bu yuzden “şizofrenik” reaksiyon adını vermiştir. Kişiler arası psikoanalitik okulun kurucusu olan Harry Stack Sullivan, toplumsal izolasyonun şizofreninin hem bir nedeni hem de belirtisi olduğu üzerinde durmuştur. Gabriel Langfeldt kurumsal formulasyonlara girmektense ampirik deneyimlerden yola çıkarak bir takım ölçütler tanımlamıştır. Langfeldt, bu bozukluğu gercek şizofreni ve şizofreniform psikoz olarak ikiye ayırmıştır. Gercek şizofreni tanısını, sinsi bir başlangıç, otizm, duygusal küntlük, depersonalizasyon, dereelizasyon ve gerçekdışılık duyguları bulgularına dayandırmıştır. Gerçek şizofreni, çekirdek şizofreni, süreç şizofreni ya da remisyona girmeyen şizofreni olarak da adlandırılmaktadır. Kurt Schneider şizofrenide birinci derecede semptomlar olarak adlandırdığı bir takım semptomları tanımlamıştır. Schneider, bu semptomların sadece “şizofreniye özgü” belirtiler olduğunu ileri sürmemiş ancak bunların tanı koymada değer taşıdığı üzerinde durmuştur. Schneider, tanımladığı ikinci derece semptomlara dayanılarak da şizofreni tanısı konabileceğini ileri sürmüştür.

Z Ajans © 2025. Tüm Hakları Saklıdır.